İnsanın bildiğinden şüphe etme içgüdüsü, insanlığın ortak birikimini artıran en temel dinamik olmuştur. Tarih boyunca ilmi ve zihni gelişimlerin temelini oluşturan bu zihni yaklaşımı temellendiren olgulardan biri İslam peygamberi Hz. Muhammed’in ölümünden sonra gelişen olaylar tetiklemiştir.
Müslümanlar peygamberin sözlerini toplamak için bir gayret içine girmişler, o kadar çok rivayetle karşılaşmışlar ki, söylenenlerden şüphe duymaya başlamışlar ve usul ilmi dediğimiz ilmi disiplinlerin temeli böyle oluşmuş. Hadis ve kuran yazımında geliştirilen yöntemler, usul ilminin temelini oluşturduğu gibi batıda gelişen ilimlere de tatbik edilmeye başlamış ve batılılar İslam’ın bu katkısı ile zihni gelişimlerini daha da ileri noktalara taşımayı başarmışlar.
Biz doğulular veya İslam toplumları gerçekliğin üretiminde batılılar kadar öngörülü zihni üretimler ortaya koyamamışız. Günümüzde dahi onları her türlü üretim alanlarında geçebilmiş değiliz. Hangi sahada olursa olsun, ürettiğinizden çok tüketiyorsanız birilerine borçlanıyorsunuz demektir.
Bu gün, batı toplumlarının gerisinde kalışımız düşünme noktasında soğukkanlılığımızı kaybetmemizin önemli tesirleri olmuştur. Düşünme mekanizmasının doğru olgularından yeterince bilgi sahibi olamayınca doğru düşünme başarısı gösteremiyoruz. Dolayısıyla kendimize ait kavramlar ve değerler üretemiyoruz. Zihin dünyamız, doğru düşünme mekanizmalarından mahrum olunca, kelimelerimiz ve kavramlarımız, yeterince değer ilişkisi üretip beslenemediğinden ötürü gittikçe can çekişiyor. Mantık denilen ilmi disiplinin temeli; insan zihnin üretkenliği karşısında, dünyanın ileri sürdüğü şartların kontrolüyle oluşuyor. İnsan sınırsız düşünme yeteneğine sahipken, dünya bizim zihni ufkumuza da bir takım sınırlar çiziyor. O sınırlara uymayan tanımlar, tarifler ve olgular için biz mantık dışı diyoruz.
Mantıklı olmak ne demek üzerinde hiç düşünmüyoruz.
Düşündüğümüzü de sanmıyorum. Öyle olsa idi kutsal kitabımızı “hiç düşünmez misiniz?”, “ne kadar az düşünüyorsunuz” gibi ikazları yapmaya gerek duymazdı. Bu uyarılara Müslümanın dikkat kesilmesi gerekir.
Şüphe kelimesi, bizim hayatımızda, özellikle ülke insanımızın zihninde yanlış bir yerde kullanılıyor veya ihtiyaç duyuluyor veya yanlış yerde filizleniyor.
Bilgiden asla şüphe edilmez. Zira ünlü düşünür Platon’a göre bilgi: “Meşrulaştırılmış doğru inançtır.” Yanlışlanması mümkün olmayan tez bilgidir. Bilgi deneyler yoluyla pek çok kez doğrulanmış gerçekliktir. Doğrulandığı için sabittir. Dünyada bilgi değişmez. Varsayımlar ve olasılıklar değişkenlikler gösterir. Önermeler, varsayımlar ve olasılıklar zamana ve tabi şartlar dediğimiz mekâna ilişkin değişiklik gösterirler.
Doğuştan kazanılan bilgilerimiz üzerinde şüphe duymayan insanoğlu. Sonradan (dünyada) kazanılan bilgilerden haklı olarak şüphe duyar.
Bilgiden şüphe etmeyeceksek nelerden şüphe edeceğiz? Aslında bilgiden değil önermelerden ve İddiadan şüphe duymalıyız.
Ne yazık ki ülkemizde pek çok alanda bilgiden şüphe ediyor, önerme, olasılıklar ve iddialardan asla şüphe duymuyoruz. Üstelik olasılık, iddia ve önerilere bilgiden daha fazla inanıyoruz. Gerçeklik olgusunun böylesine kesin ve keskin biçimde yer değiştirdiği bir dilde, birbirini anlamak o denli zordur ki. Bizim, gerek kültür ve zihni hayatımızda, gerekse güncel konularda, bir türlü ortak bir noktada buluşmamamızın temel zemini buradan kaynaklanıyor. Güncel ve acil konularda ortak düşünme ve birlikte hareket edebilme özelliğini geliştiremeyen toplumlar büyük tehditler içinde yaşamak zorunda kalırlar. 15 Temmuz darbe girişimi karşısında davrandığımız gibi pek çok konu ortak davranışlar ve tepkiler ortaya koyabilme özelliğimizi yitirmememiz çok hayatidir. 15 Temmuz bir tiyatro muydu? Asla değil. Ama hala toplumumuzda bir kesin bu saçmalığa inanıyor.
Bizlerse bilgiden şüphe ediyor, lakin olasılıklar, önerme ve iddialardan şüphe duymuyoruz.
İddia ve önermelere kesin inanan fakat bilgiden şüphe duyan toplumlarda inanç temelleri sarsılmış demektir. Kendi ülkesinin ortak akıl ve değerlerine inanmayarak, çeşitli iddia ve önermelere kanarak yön bulmaya çalışan toplumlar helak olmaktan kurtulamazlar. Zira bu iddiaların kaynakları ilmi bir şüpheden değil çoğu kez kaynağı belirsiz bir merkezden üretiliyor. Yani toplum manipüle ediliyor.
Toplumsal zemindeki her yanlış davranışlarımızın temelinde bu yanlış tutumumuz yatıyor. Bu yaklaşımın en bariz örneği gezi isyanıdır. “Üç beş ağaç” diye başlayan kalkışmada, işin aslında o olmadığı bir isyan provası olduğu, acı bir tecrübeyle öğrenildi. Bu önerme ve iddianın doğru olmadığını zaman bize gösterdi. Bazı insanlarımızsa birtakım iddiayı bilgi kabul ederek ülkeyi yakıp yıkmayı maharet saydı.
Bunlarda gösteriyor ki ülke insanları olarak bizler bilgiden şüphe ediyor, öneri ve iddialardan asla şüphe etmiyoruz. Buda bizim doğru karar alma yeteneğimizi ciddi biçimde zedeliyor. Yani varsayımlar yönümüzü ve tutumlarımızı belirliyor. Zihnimizi ise gerçekliği olmayan korkularımız biçimlendiriyor. O nedenle yeniliklerden ziyadesiyle ürküyoruz.
Bundan ötürü ülke olarak pek çok sorunumuzu çözme başarı gösteremiyoruz. Sorunlarımızı çözebilme becerisi göstermediğimiz için yığınla problemle aynı anda uğraşmak zorunda kalıyoruz. En büyük yeteneğimizi ise ülke problemlerimizi çözmede gayret gösterenleri engellemeye yönelik kullanıyoruz. Bu tutum bizi doğru düşünmeden uzaklaştırdığı gibi sayısız zorlukların kendimizce oluşumuna da zemin hazırlıyor
Keşke bu yeteneğimiz yerine, doğru düşünme kabiliyetimizi geliştirebilsek.