NEDEN ŞİKÂYET EDİYORUZ?
Yayıncı etiği konusunda son günlerde kayda değer yazılar kaleme alınıyor. Bunlardan birini geçenlerde Metin Celal yazdı. Önemli konulara değinerek Avrupa yayın ahlakı ile ülkemiz yayıncı ahlakını kıyasladı. Kitap yayıncılığı yıllarca parmakla sayılabilecek yayınevlerince yürütüldü. Tüm sektörlerde olduğu gibi yayıncılık sektöründe de herkes birbirini çok iyi bilir. Kimin yayıncılık sahasında etik davrandığını kimin davranmadığını... Kar için her şeyi mübah sayıp saymadığını bilir.
Bunlarla ilgili ayrıntılı bilgi paylaşımını katıldığımız bir fuar nedeniyle kaldığımız otelde ülkemizin en eski yayınevlerinin yöneticilerinden biri yapmış ve biz genç yayıncılar için adeta dehşet verici olmuştu. Rahmetli olan bu yayınevi yöneticimiz yayıncılık alanında çok kayda değer bir şahsiyetti. O gün nasıl bir ruhsal deprem geçirdiğimi anlatmamım imkânı yok. Bu sarsıntı belki bir hikâye konusu olabilir.
Yayıncıların etik davranışları daha sonraki katıldığımız fuarların yayıncılar açısından en sıradan konusu haline geldiğini görmüştüm. Hiçbir yayıncı diğer bir yayıncıyla mahkeme koridorlarında gözükmek istemiyor dolayısıyla her şey olması gereken biçimde devam ediyordu. Vakayı adiyeden sayılıyordu. Sektörde kimin neyi, nasıl, niçin yaptığını herkes çok iyi biliyordu. Bilmeyen bizlerdik. Bu konularda bizlerde öğrenelim ve bu sıradanlığa uyalım diye anlatılıyordu.
FETÖ’nün yayıncılık alanında depo boşaltmaya başladığı dönemde işin daha bir başka boyutunu öğrenme fırsatı bulmuştum. Yine bir fuarda kancayı bana takmışlar ve bu işten benim yaklaşımlarımla nasıl para kazanılamayacağını anlatıyorlardı. Hayretle dinliyordum. O günlerde bu vesileyle öğrendim ki neyin mubah olup olmadığına inanç ve itikatlar değil cüzdanlar karar veriyordu. Şaşırmıştım. Yine de öyle değil mi? Bizden olanlarla bizden olmayanların fiilleri aynı tepkiyle mi karşılanıyor bizim toplumumuzda. Etik davranmamayı her birimiz her alanda tek tek öğretmiyor muyuz birbirimize?
Bu çerçevede ülkemizde Orhan Veli’nin 30 yayınevinde 77 kitabı satıştaymış. G. Orwell’in de 87 yayınevinden çıkmış 245 kitabı varmış. Sabahattin Ali’nin 107 yayınevinde 524 kitabı çıkmış. Rekor Stefan Zweig’da 151 yayınevinde 833 çeşit kitabının olduğunu bu yazarımızdan istatistiklere dayandırılarak öğreniyoruz. Tuhaf olan ne diyebilirsiniz. Onu da şöyle izah etmiş yazar: “Daha önce yapılmış iyi çevirileri alıp piyasa deyimiyle “takla attırıyor”lar”mış. Nasılda etik bir davranış değil mi?
Üstelik içerikle ilgili olanlar ise şapkadan tavşan çıkaracak cinsten. “Lev Tolstoy’un Savaş ve Barış’ından 60 çeşit var ve sayfa sayıları 194 ile 2132 arasında değişebiliyor." Hangisini alacağınıza ise okur olarak fiyat kıyaslamasıyla yapıyorsunuz.
Bütün bunlar toplumsal hayatın içinde yazarından, çevirmenine, yayıncısından, okuruna tüm toplumun değer ölçüsünün ne olduğunu açık seçik ortaya koymuyor mu? Hepimiz birbirimize benzemiyor muyuz?
Yazar kuruluşlarının tutumları, yaklaşımları etkinlikler çerçevesine ortaya konulan şey bunlardan çok mu farklı? Hiç sanmıyorum. Rahmetli Emine Işınsu hanımefendinin ölümüyle birlikte kullandığımız başlığı bu hatırlamanın tam sırası: Edebiyatımız töresini yitirdi.
O halde kim, neden, niçin şikâyet ediyor?