Şimdi hep birlikte karton bardaklar ile basit bir deney yapalım! Masanın üzerine iki tane karton bardak koyalım. Birisinin içini su ile dolduralım. Diğer bardağın içi boş dursun. İkisini de masanın üstüne, yan yana duracak şekilde koyup derin bir nefes aldıktan sonra iki bardağı hedef alacak şekilde hızla üfleyip durumlarını gözleyelim. Sonuç ne oldu? Su dolu bardak küçük bir sallantı yaşasa bile yıkılmadı, ama boş bardak yuvarlandı, hatta masanın üstünden savrularak yere düşmüş olabilir.
Haydi, hep beraber düşünelim! Biz bu örneklemeyi niye yaptık, bu denemeden neler çıkarmalıyız?
Gerek kendi hayatımızın gerekse geleceğimizin teminatı gençlerimizin “Ömür Bardaklarının” durumu nedir? “Ömür Bardakları” dolu mu, boş mu? Dolu ise bu bardağın içinde ne var? Hayatın kaynağı su mu, yoksa geleceğimizi karartacak hayatımızı sonlandıracak zehir mi?
Peki, bardağın içindekilerinin neler olması gerektiğine kim, kimler karar verecek?
Gözümüzün nuru, geleceğimizin teminatı gençlerimiz; bunların “Ömür Bardaklarını” kimler tarafından nasıl dolacak, ne ile dolacak?
Tabiat, asla boşluk kabul etmez. Bizler gözümüz gibi koruduğumuz, canımızdan çok sevdiğimiz yavrularımızın, “Ömür Bardakları” dolarken görevimizi biraz ihmal eder, ötelersek rüzgârın önündeki sonbahar yaprakları gibi oradan oraya savrulmalarını uzaktan ve çaresizce izlemek zorunda kalırız. Bizler yeterince ilgilenmez isek beyinleri ve ruhları başkaları tarafından doldurulur. Bu sayede çocuklarımızın bedenlerini kiralayarak kendi emellerine, dünyevi hırs ve çıkarlarına göre hükmederler. Sonra da bu gençlik nereye gidiyor, geleceğimiz ne olacak diye hayıflanıp dururuz.
O halde canımız, ciğerimiz geleceğimizin teminatı, gözlerimizin nuru çocuklarımıza sahip çıkalım. Onların sonbahar yaprakları gibi savrulup, boş karton bardaklar gibi yuvarlanmalarına izin vermeyelim.
“Ömür Bardaklarını” öyle bir dolduralım ki vatanını milletini seven, manevi değerlerine sahip çıkan, haktan adaletten, dürüstlükten asla vazgeçmeyen nesiller olsunlar.